
Ataşehir Psikolog Kubilay Ersanlı, “Schadenfreude”: Başkalarının Mutsuzluğundan Haz Duymak üzerine böyle bir yazı hazırladı. metropol istanbul psikolog hizmeti. ataşehir psikolog randevu. istanbul psikolog randevu. anadolu yakası psikolog. kadıköy psikolog. ümraniye psikolog. finans merkezi psikolog, finans şehir psikolog.
Schadenfreude yani zarardan duyulan sevinç.. Almanca kökenli bu kelime psikoloji literatüründe başkalarının uğradığı zarardan mutlu olma durumunu ifade etmesi ”. Peki, başkalarının yaşadığı zorluklar ve mutsuzluklar üzerinden kendi mutluluğumuzu inşa etmek gerçekten mümkün mü? Eğer mümkünse, bu tür bir mutluluk ne kadar sürdürülebilir ve kalıcı olabilir? Bu yazıda bu soruları farklı açılardan ele almaya çalışacağım
“Schadenfreude”: Başkalarının Mutsuzluğundan Haz Duymak
Leon Festinger’in Sosyal Karşılaştırma Teorisi, bireylerin kendi durumlarını ve başarılarını başkalarıyla kıyaslayarak anlamlandırdığını öne sürer. Bu kıyaslamanın aşağı yönlü olması – yani kendimizi daha kötü durumda olanlarla karşılaştırmamız – kısa vadede egomuza iyi gelebilir. Örneğin, bir iş arkadaşınızın bir projede başarısız olması, “benim başıma gelmedi, demek ki ben daha iyiyim” şeklinde örtük bir mutluluk yaratabilir. Nitekim araştırmalar, insanların bazen empati yapmayı başaramayıp, aksine başkalarının talihsizliklerinden haz duyabildiğini gösteriyor. Özellikle rekabet duygusunun ve kıskançlığın devreye girdiği durumlarda, örneğin çok başarılı veya imrenilen bir kişinin tökezlemesi, çevresindekilere gizli bir sevinç verebiliyor. Bir görüşe göre bu tür duygular, evrimsel açıdan rakipler geride kaldığında kaynakların artacağı ilkel düşüncesiyle bile ilişkili olabilir.
Ancak başkalarının acısından beslenen bu sevinç genellikle uzun sürmez. Kısa süreli bir zafer hissinin ardından çoğu kişi suçluluk veya utanç duyabilir. Araştırmalar, schadenfreude yaşayan bireylerin sonrasında kendilerini kötü hissedebildiklerini, çünkü bu hissin toplumsal normlarla ve vicdanla çeliştiğini göstermektedir. Dahası, bu “başkasının kötü haline sevinme” hali, genellikle sağlıksız benlik algılarıyla bağlantılıdır. Örneğin Leiden Üniversitesi’nde yapılan bir araştırmaya göre özgüveni düşük kişiler, kendilerini tehdit altında hissettikleri için, başarılı insanların başına gelen talihsizliklerden daha fazla keyif alabiliyor. Bu durum, kendi değersizlik hissini bastırmak için başkalarının başarısızlığına tutunma çabasını yansıtıyor olabilir.
Empati ve Karanlık Kişilik
Empati yoksunluğu, başkalarının mutsuzluğundan zevk alma eğilimini artıran temel etkenlerden biridir. Karanlık Üçlü olarak bilinen narsisizm, makyavelizm ve psikopati özellikleri yüksek olan kişilerde schadenfreude duygusu daha sık görülür. Bu tür kişiler, başkalarının acısına karşı daha kayıtsız veya duyarsız olabilirler. Örneğin narsist bireyler, kendilerini sürekli başkalarından üstün görme ihtiyacı duyar. Başkalarının başarısızlıkları, narsist birey için üstünlük duygusunu besleyen bir yakıt gibidir. Araştırmalar gerçekten de schadenfreude’un narsisizm ve saldırganlıkla pozitif, hoş görülü ve empatik karakterle ise negatif ilişkili olduğunu ortaya koymuştur. Bir başka deyişle, şefkatli ve empati düzeyi yüksek kişiler başkalarının kötü hissetmesinden mutlu olmaya daha az yatkındır.
Sosyal medya ve günümüzün rekabetçi kültürü de bu durumun sebepleri arasında sayılabilir. Sürekli kendini sergileme ve diğerleriyle kıyaslama ortamı, başkalarını birer “rakip” olarak görme eğilimini güçlendiriyor.
Felsefe ve Etik
Başkalarının mutsuzluğundan mutluluk duymak, yalnızca psikolojik değil ahlaki bir meseledir de. Felsefe tarihinde birçok düşünür, kişinin mutluluğunu başkalarının acısına dayandırmasının erdemli bir yaşamla bağdaşmayacağını vurgulamıştır.
Örneğin İmmanuel Kant, ahlak felsefesinde insan onuruna ve özdeğerine özel bir vurgu yapar. Kant’a göre insan, asla yalnızca bir araç olarak görülmemeli, daima “kendi başına amaç” olarak muamele görmelidir. Bir insanın acısını kendi mutluluğumuzun aracı haline getirmek, Kantçı deyişle onu bir araç gibi kullanmaktır ve ahlaken kabul edilemez. Hepimiz, aynı ahlaki yasaya tabi, değeri kendinden menkul varlıklarız. Dolayısıyla bir başkasının kötü durumunu kişisel haz için fırsata çevirmek, evrensel ahlak yasasıyla çelişir.
19. yüzyıl filozofu Arthur Schopenhauer da ahlakın temelini merhamet (şefkat) duygusunda görmüştür. Schopenhauer’a göre insani eylemlerin üç temel güdüsü vardır: bencillik (egoizm) – kişinin kendi iyiliğini istemesi, kötülük (kasıtlı zarar verme isteği) – başkasının kötülüğünü istemek, ve şefkat – başkasının iyiliğini istemek. Bu üç dürtü insanda farklı oranlarda bulunur ve davranışlarımızı şekillendirir. Filozof, şefkatin tüm gerçek ahlaki davranışların kaynağı olduğunu, buna karşılık başkasının acısından haz duymanın (“kötü niyet” veya haset) ahlakın tam zıddı olduğunu savunur. Hatta Schopenhauer bir yerde “başkasının acısından alınan keyif, zalimliğin teorik halidir; zalimlik ise bu kötü keyfin pratikteki tezahürüdür” diyerek uyarır. Yani, başkalarının ıstırabından mutlu olmak bir çeşit kuramsal zulümdür ve er geç gerçek zulme dönüşme riski taşır. Bu bakış açısıyla, böyle bir mutluluk arayışının ahlaken ne kadar yanlış olduğu açıkça görülür.
Rus edebiyatının büyük ismi Fyodor Dostoyevski, insanın manevi mutluluğunu sevgi ve merhamet kapasitesine bağlar. Karamazov Kardeşler’de bir karakter aracılığıyla sorduğu “Cehennem nedir?” sorusuna “Cehennem, sevgisizliğin acısıdır” diye cevap verir. Dostoyevski’ye göre, sevmeyi ve empatiyi beceremeyen kişi aslında içten içe ıstırap içindedir. Başkalarının mutsuzluğuyla beslenen bir “mutluluk”, sevgi yoksunluğundan kaynaklandığı için, eninde sonunda kişiyi manevi bir boşluğa ve yalnızlığa mahkûm edecektir.
Benzer şekilde, varoluşçu yazar Albert Camus de insanın gerçek mutluluğunu dayanışma ve isyan kavramlarıyla ilişkilendirir. Veba romanında, felaketler karşısında insanların birbirine destek olması, yaşamın anlamsızlığına karşı oluşturulan bir anlam ve mutluluk zemini sağlar. Camus, bencilce bir kayıtsızlığın değil, ortak acıya karşı ortak mücadelenin insana yakışır bir yaşam verdiğini ima eder.
Sosyoloji Ne Diyor
Toplumbilimsel araştırmalar, mutluluğun sürdürülebilirliğinde sosyal bağların kritik rolü olduğunu gösteriyor. Harvard Üniversitesi’nin ünlü uzunlamasına mutluluk çalışması, iyi ve tatmin edici sosyal ilişkilerin, servet veya başarıdan daha fazla, insanların hayat memnuniyetini etkilediğini ortaya koymuştur. Bu bulgu, birinin mutsuzluğu pahasına elde edilen sahte bir üstünlük duygusunun, yakın ilişkilerdeki sevgi ve desteğin yerini tutamayacağını gösterir. Aksine, eğer kişi çevresine karşı duyarsız veya haset dolu bir tavır içindeyse, sağlıklı ilişkiler kurmakta zorlanır. Uzun vadede güvensizlik ve yalnızlık, anlık schadenfreude tatminlerinin bıraktığı en olası mirastır.
Gerçek Mutluluk ve Kalıcılık
Tüm bu perspektifleri göz önünde bulundurduğumuzda, başkalarının yaşadığı zorluklar üzerinden bir mutluluk inşa etmenin hem ahlaken sorunlu hem de psikolojik olarak kırılgan olduğu sonucuna varabiliriz. Mümkün müdür? Evet, insan doğası böyle bir duyguyu tamamen dışlamıyor; kıyaslama yaparak, rakip gördüğümüz kişilerin düşüşünden pay çıkararak haz duymamız mümkün. Ancak bu haz, tıpkı şekerli bir atıştırmalık gibidir: Anlık bir enerji patlaması sağlar ama besleyici değildir. Hatta fazlası uzun vadede sağlığınızı bozar. Benzer şekilde, başkalarının mutsuzluğuna dayanan bir “mutluluk” da kısa süreliğine egonuzu okşar, fakat ruhsal açıdan besleyici değildir ve uzun vadede tatminsizlik bırakır.
Sürdürülebilir mi? Pek sayılmaz. Çünkü böyle bir mutluluk sürekli dış koşullara bağlıdır – etrafınızda hep başarısız, mutsuz insanlar olmasına muhtaçsınızdır. Kendi mutluluğunuz için bilinçli ya da bilinçsiz, çevrenizdeki insanların kötü gitmesini istersiniz. Bu hem gerçekçi değildir (er ya da geç biri başarılı olacak ya da hayatını düzene sokacaktır), hem de tehlikelidir. Sürekli başkalarının mutsuzluğunu istemek, sizi paranoyak bir rekabet duygusuyla baş başa bırakabilir. Dahası, empati eksikliğinin getirdiği yalnızlık kaçınılmazdır: İnsanlar, kendilerini sürekli yargılayan veya düşüşlerini bekleyen birini yakınlarında istemez. Uzun vadede, schadenfreude ile beslenen kişi, güvenilir dostluklar kuramadığı, samimi paylaşımlar yapamadığı için derin bir boşluğa düşebilir. Dostoyevski’nin işaret ettiği gibi, sevmeyi bilmeyen bir ruh hali aslında kendi cehennemini yaratır.
Unutmamak gerekir ki mutluluk bir pasta değildir, başkasının payı büyüdüğünde sizinki küçülmez. Aksine, paylaştıkça çoğalabilen bir duygu durumudur. Felsefeci Kant, mutlu olma hakkını tüm rasyonel varlıkların ortak arayışı olarak görürken, Schopenhauer merhameti bu mutluluğun temel koşulu sayar. Yazar Tolstoy ise insanın ancak kendisi dışındaki bir amaç uğruna yaşadığında kalıcı bir doyuma ulaşabileceğini söyler. Modern psikoloji de bu görüşleri destekler nitelikte: Anlam duygusu (meaning) ve başkalarıyla derin bağlantılar, sürdürülebilir mutluluğun en güçlü belirleyicilerindendir.
Özetle
Bir psikolog gözüyle bakıldığında, başkalarının yaşadığı zorluklar üzerinden kendi mutluluğunu inşa etmeye çalışmak, bir tür yanılsama ya da tuzak olarak görülebilir. Kısa vadede egoyu okşayan bu tutum, uzun vadede kişinin hem ilişkilerine hem de iç dünyasına zarar verir. Ahlaki açıdan sakıncalı oluşunu bir kenara koysak bile (ki koymamak gerekir), böyle bir mutluluk modeli sürekli yeni “kurbanlar” arar – etrafınızdakilerin talihsizlikleriyle beslenmek zorunda kalırsınız. Oysa hayat, er ya da geç empati yapmayı, bir topluluğun parçası olmayı ve işbirliğini zorunlu kılar.
Sonuç olarak, başkalarının mutsuzluğuna bel bağlayarak mutlu bir hayat sürmek ne sağlıklı ne de sürdürülebilirdir. Kısa vadede mümkün olsa da, uzun vadede kişinin iç dünyasında boşluk, toplumda güvensizlik yaratır. Bencilce bir sevinç yerine, empati ve merhametle yoğrulmuş bir mutluluk anlayışı hem bireysel esenliğimizi hem de toplumsal uyumu güçlendirir. Unutmayalım ki “mutluluk paylaştıkça çoğalır” klişesi, bilimsel araştırmalar ve insanlık tecrübesiyle defalarca doğrulanmıştır. Kendi mutluluğumuzun başkalarının iyiliğinden ayrı düşünülemeyeceğini fark ettiğimizde, daha doyurucu ve anlamlı bir hayat sürme yolunda önemli bir adım atmış olacağız.
