
Ataşehir Psikolog Kubilay Ersanlı, “ Problemler tek başına bir zorluk taşımaz; bir problemin ne kadar zor olduğu, onu karşılayan kişiye göre değişir gibi düşünebiliriz” üzerine böyle bir yazı hazırladı. metropol istanbul psikolog hizmeti. ataşehir psikolog randevu. istanbul psikolog randevu. anadolu yakası psikolog. kadıköy psikolog. ümraniye psikolog. finans merkezi psikolog, finans şehir psikolog.
Bazı insanların gözünde dağ gibi büyüyen bir sorun, bir başkası için ufak bir pürüz olarak kalabilir. Örneğin, topluluk önünde konuşma fikri kimileri için kabusa dönüşürken, kimileri için heyecan verici bir deneyim olabilir. Buradan çıkarabileceğimiz önemli sonuu Problemler tek başına bir zorluk taşımaz; bir problemin ne kadar zor olduğu, onu karşılayan kişiye göre değişir gibi düşünebiliriz. Hem günlük yaşam deneyimleri hem de bilimsel araştırmalar, zorluğun öznel (kişiye bağlı) bir deneyim olduğunu göstermektedir.
Olaylar Değil, Onlara Verdiğimiz Anlam
Antik filozoflar arasında kabul gören bir gçrüş olarak, bir durumun zorluğunu belirleyen şeyin, olayın kendisinden ziyade bizim ona bakış açımız olduğunu kabul edebiliriz. Örneğin Stoacı düşünür Epiktetos “İnsanlara rahatsızlık veren, olayların kendisi değil, onlara yükledikleri anlamdır” diyerek bu gerçeğin altını çizmiştir. Yüzyıllar sonra Shakespeare de Hamlet’te “İyilik veya kötülük diye bir şey yoktur; düşüncelerimiz onu öyle yapar” diyerek algının belirleyici rolünü dile getirmiştir. Bu tarihi sözler, bir problemin etkisinin veya zorluğunun, bizim perspektifimize göre şekillendiğini ifade edebilir. Modern psikolojide de bu fikir yankı bulmaktadır: Bilişsel davranışçı terapi kuramcıları, duygusal tepkilerimizin büyük ölçüde olayları yorumlama şeklimizden kaynaklandığını belirtir. Kısacası, başımıza gelen bir sorun karşısında ne hissettiğimiz, soruna atfettiğimiz anlama bağlıdır.
Zorluk mu, Fırsat mı?
Psikolog Carol Dweck’in “growth mindset” (gelişim odaklı zihniyet) kavramına göre gelişim zihniyetine sahip kişiler, karşılaştıkları zorlu durumları tehdit olarak değil, öğrenme ve büyüme fırsatı olarak görülür. Onlar için güçlükler, zayıflıkları ortaya çıkarma riski değil, yeteneklerini geliştirme şansı sunar. Nitekim Dweck şöyle der: “Gelişim zihniyetinde, meydan okumalar tehdit edici değil, heyecan vericidir. Kişi ‘Ya başarısız olursam’ diye düşünmek yerine, ‘İşte büyümek için bir fırsat’ der.” Bu bakış açısı, zorluğun doğasını tamamen değiştirir. Aynı durum, sabit zihniyete sahip birine ürkütücü gelirken, gelişim zihniyetindekine heyecan verici gelebilir. Dolayısıyla, zihniyetimizi değiştirmek, bir problemi nasıl deneyimlediğimizi değiştirebilir.
“Yapabilirim” Demenin Gücü
Bir problemin zor olup olmadığı konusundaki yargımızı etkileyen en önemli psikolojik faktörlerden biri de öz-yeterlilik inancımızdır. Öz-yeterlilik, kişinin belli bir görevi başarma konusundaki kendi yeteneğine olan inancı anlamına gelir. Albert Bandura’nın çalışmalarına göre, kendine güveni yüksek (öz-yeterliliği güçlü) bireyler zorlayıcı problemleri çözülmesi gereken görevler olarak görür; bu kişiler, güçlükleri “üstesinden gelinebilir” olarak algılar ve sebat eder. Örneğin, özgüveni yüksek bir öğrenci zor bir matematik sorusunu başarıyla çözülebilecek bir bulmaca gibi değerlendirir. Buna karşılık, öz-yeterlilik düzeyi düşük olanlar zor görevleri yeteneklerinin ötesinde, başa çıkılamaz engeller olarak görme eğilimindedir. Bu kişiler, problemi ilk anda “yapamam” diyerek zihinsel olarak büyütebilir, bu da gerçekten de başa çıkmalarını zorlaştırır. Görüldüğü gibi, “yapabilirim” düşüncesi ile “yapamam” düşüncesi, aynı problemin algılanan zorluğunu tamamen değiştirebilir. Bu nedenle , küçük başarılar kazanarak k
işinin öz-yeterlilik duygusunu artırmanın, zorluklarla daha iyi başa çıkmasına yardımcı olduğu sonucuna varabiliriz.
Deneyim ve Becerilerin Rolü
Her bireyin bilgi birikimi ve beceri düzeyi farklıdır. Bir alanda uzmanlaşmış bir kişi için son derece basit görünen bir görev, o alanda acemi olan bir başkası için içinden çıkılmaz bir sorun olarak görünebilir. Örneğin, on yıllık deneyimli bir bisikletçi için dik bir yokuş heyecan verici bir meydan okuma iken, yeni öğrenen biri için aynı yokuş göz korkutucu olabilir. Görev zorluğu ile kişisel beceri arasındaki denge, burada kritik bir faktördür. Psikolog Mihaly Csikszentmihalyi’nin akış (flow) kuramı bu dengeye dikkat çeker: Bir görev, kişinin beceri düzeyiyle uyumlu bir zorluk içeriyorsa, kişi o işe tam anlamıyla odaklanıp verimli ve keyifli bir “akış” deneyimi yaşayabilir.
Csikszentmihalyi’nin akış modeline göre, bir görevin zorluk derecesi, bireyin becerisiyle dengeli olduğunda ideal deneyim ortaya çıkar. Eğer zorluk, becerinin çok üzerinde kalırsa kişi kaygı ve stres yaşamaya başlar; tersine, eğer görev kişinin becerisinden çok kolaysa sıkıntı ve motivasyon kaybı ortaya çıkar. Akış hali ise zorluk ile becerinin dengede olduğu durumda meydana gelir. Bu model, bir problemin nesnel zorluğunun ötesinde, kişinin o anki yeterlilik düzeyinin ve deneyiminin, yaşanan zorluk hissini belirlediğini ortaya koymaktadır.
Tecrübeler arttıkça, bir zamanlar zor gelen işlerin kolaylaştığını hepimiz fark etmişizdir. Örneğin ilk kez araba kullanan biri için vites değiştirmek veya trafiği takip etmek son derece karmaşık ve zorlayıcıyken, yılların sürücüsü bunları düşünmeden yapar. Deneyim kazanmak, problem karşısında hissettiğimiz zorluğu azaltan en doğal yollarından biridir. Çünkü deneyim, hem becerilerimizi artırır hem de benzer sorunlarla karşılaştıkça özgüvenimizi yükseltir.
Psikolojik Dayanıklılık ve Duygusal Durum
Bir problemin zorluk derecesini belirleyen bir diğer boyut da kişinin psikolojik dayanıklılığı (rezilyans) ve o andaki ruh halidir. Dirençlilik düzeyi yüksek olan bireyler, zor olaylar karşısında daha çabuk toparlanır ve sorunların üstesinden gelmek için içsel bir güç bulurlar. Örneğin, yaşamındaki bir aksilik karşısında dirençli bir kişi kısa sürede çözüm yollarına odaklanabilirken, dayanıklılığı düşük bir kişi aynı durumda kendini çaresiz ve bunalmış hissedebilir. Mayo Clinic’te yayımlanan bir makalede belirtildiği gibi, rezilyans sahibi olmak problemleri tamamen ortadan kaldırmaz; fakat kişinin sorunların “ötesini görmesine” ve stresle daha sağlıklı şekilde başa çıkmasına yardımcı olur. Eğer bir kişi yeterince dirençli değilse, yaşadığı soruna takılıp kalabilir, hatta kendini kurban gibi hissedebilir. Buna karşın dirençli birey, aynı problemle karşılaştığında durumu geçici bir güçlük olarak görüp yaşamına devam etmenin yollarını bulur.
Duygusal durumumuz da algıladığımız zorluğu derinden etkiler. Kaygı bozukluğu ya da depresyon yaşayan bir birey, gündelik işleri bile ezici bir yük gibi algılayabilir. Örneğin depresyondaki bir kişi için sabah yataktan kalkmak dahi büyük bir sorun haline gelebilir; oysa ruh sağlığı yerinde olan biri için bu, üzerinde düşünmeye bile değmeyecek rutin bir iştir. Bu yüzden, zorluk hissi bazen bizim iç dünyamızdaki fırtınaların yansımasıdır. Stresli veya yorgun anlarımızda ufak meseleler bile büyür; sakin ve dengeli olduğumuzda ise en çetin problemler bile üstesinden gelinebilir görünür.
Zorluğu Yönetmek Bizim Elimizde
Özetle, bir problemin zorluğu, problemle değil problemle karşılaşan kişiyle ilgilidir. Bu bilgi, bizi cesaretlendirmeli: Dış koşulları her zaman kontrol edemesek de kendi bakış açımızı, becerilerimizi ve dayanıklılığımızı geliştirebiliriz. Peki, zorluk algımızı dönüştürmek ve problemlerle daha etkili başa çıkmak için neler yapabiliriz? İşte bilim insanlarının ve uzmanların önerdiği bazı yaklaşımlar:
• Bakış açınızı değiştirin: Bir sorunla karşılaştığınızda hemen felaket olarak görmek yerine, onu bir meydan okuma veya öğrenme fırsatı olarak yeniden çerçeveleyin. Unutmayın, zihninizin olaya verdiği anlam duygularınızı şekillendirir. Olumsuz düşünceleri daha gerçekçi ve yapıcı düşüncelerle değiştirmek, duygusal yükü hafifletecektir.
• Gelişim zihniyeti geliştirin: Kendinize “Bu problem bana ne öğretebilir?” diye sorun. Hatalardan ders almayı ve zor görevleri ustalaşılacak birer egzersiz olarak görmeyi alışkanlık haline getirin. Zorluklar karşısında sadece sonucu değil, o süreçte kazanacağınız deneyimi de değerli görün.
• Öz-yeterliliği besleyin: Küçük de olsa adım adım ilerleyin ve başardığınız işleri fark edin. Her başarı, “yapabilirim” duygunuzu pekiştirir. Öz-yeterlilik arttıkça, zorlu görünen görevlerin bile gözünüzde küçüleceğini göreceksiniz. Kendinize, zorluklarla baş edebilecek becerilere sahip olduğunuzu hatırlatın.
• Beceri ve bilgi edinmeye açık olun: Bir problem size zor geliyorsa, muhtemelen o alandaki becerinizi geliştirme fırsatınız var demektir. Yeni şeyler öğrenmek ve pratik yapmak, zorluk eşiğinizi yükseltir. Zorlandığınız konularda eğitim almak veya deneyimli kişilerden tavsiye almak, hem beceriyi hem özgüveni artıracaktır.
• Psikolojik dayanıklılığı artırın: Dayanıklılık, tıpkı bir kas gibi, çalıştıkça güçlenir. Güçlü sosyal destek ağları kurmak, stresle baş etme tekniklerini (nefes egzersizleri, meditasyon, egzersiz vb.) uygulamak ve gerektiğinde profesyonel yardım almak, rezilyansınızı artırır. Unutmayın, rezilyans öğrenilebilir bir beceridir; zamanla, bugün başa çıkılmaz sandığınız sorunların yarın üstesinden gelinebilir hale geldiğini deneyimleyebilirsiniz.
Sonuç olarak, bir problemi “zor” ya da “kolay” yapan şey, büyük ölçüde bizim o probleme hangi gözle baktığımızdır. Bu anlayış, bizi pasif bir şekilde zorlukların insafına bırakmak yerine, içsel gücümüzü ve esnekliğimizi kullanmaya davet ediyor. Problemlerin zorluğu kişiden kişiye değişiyorsa, biz de kendi payımıza düşeni yapıp bakış açımızı, bilgi birikimimizi ve dayanıklılığımızı geliştirerek hayat yolundaki engelleri daha hafif hale getirebiliriz. Böylece, karşılaştığımız meseleleri birer kıymetli deneyim ve büyüme fırsatı olarak görüp ilerlemek mümkün olacaktır.