
ataşehir psikolog kubilay ersanlı, İnsan, Kendi Kendisini Tanımlamak Zorunda Olan Tek Varlıktır – J. P. Sartre sözü üzerine böyle bir yazı hazırladı. metropol istanbu psikolog hizmeti. ataşehir psikolog randevu. istanbul psikolog randevu. anadolu yakası psikolog. kadıköy psikolog. ümraniye psikolog.
Geçtiğimiz günlerde bir araştırma yaparken varoluşçu felsefenin en önemli isimlerinden Jean-Paul Sartre’ın (1905-1980), “İnsan, kendi kendisini tanımlamak zorunda olan tek varlıktır” sözü ile karşılaştım. insanın kendi yaşamının öznesi olması gerektiğine dikkat çeken bu sözü kişilik ve karakter gelişimi üzerinden ele aldığımızda beni felsefi boyutunun yanı sıra, taşıdığı psikolojik anlam üzerine de düşünmeye itti diyebilirim.
Bu yazıda, öncelikle Sartre’ın sözünün ne anlama geldiğini, kişilik ve karakter gelişimiyle olan ilişkisini ve bunun psikolojik açıdan nasıl ele alınabileceğini incelemenin yanında modernist bir bakış açısına sahip olduğunu söyleyebileceğimiz Sartre’a karşılık, postmodern bir bakış açısı üzerinden bu sözün nasıl ele alınabileceğine de bakmaya çalışacağım.
Sartre’ın Varoluşçu Felsefesi ve Özgürlük-Sorumluluk İlişkisi
Sartre’a göre, insan “kendi özünü” (yani kim olduğunu ve neye dönüşeceğini) kendisi yaratır. Bu fikir, varoluşçuluğun “varoluş, özden önce gelir” düşüncesiyle doğrudan bağlantılıdır. Varlığımıza dair öz (veya “kimlik”) bizden önce belirlenmiş bir şey değildir; biz özgür seçimlerimizle kendimizi tanımlarız.
Sartre, insanın özgür olduğunu ve bu özgürlüğün de büyük bir sorumluluk getirdiğini söyler. Öyle ki, hiçbir dış etken (toplum, aile, biyolojik yapımız vs.) özgürlüğümüzü tamamen elimizden alamaz; zira son seçim daima bize aittir. Bununla birlikte özgürlük, insanı sonsuz bir sorumlulukla baş başa bırakır. Kendi kararlarımızın sonuçlarını kabul etmek ve sonuçlarının kişiliğimizi şekillendirdiğini fark etmek gerekir.
Modern psikolojide, “öz-bilinç” ve “öz-sorumluluk” kavramları, bireyin kendi yaşam öyküsünü ve deneyimlerini yeniden yorumlayarak, kendisine dair yeni anlamlar oluşturabilmesini ifade eder. Örneğin, Carl Rogers’ın “benlik” (self) kavramı, kişinin kendi deneyimlerine ilişkin algılarının, beklentilerinin ve değerlerinin bir bütünüdür. Bu bakımdan Sartre’ın özgürlük ve sorumluluk vurgusu ile Rogers’ın kendi deneyimlerimizi ve benlik algımızı aktif biçimde inşa ettiğimize dair düşüncelerinin benzerlik gösterdiği söylenebilir.
Kişilik ve Karakter Gelişimi Bağlamında Sartre’ın Sözü
Sartre, insanın özgürlüğe “mahkûm” olduğunu söyler; çünkü özgürlük, hem bir fırsat hem de bir yük olarak karşımıza çıkar. Kişilik ve karakter gelişimi açısından bu durum, bireyin hayat boyu süren bir öğrenme ve dönüşüm sürecine açık olduğu yönünde anlamlandırılabilir.
İnsan, özgür olduğunu kavradığında kendi duygu, düşünce ve davranışlarını gözlemleme ve sorgulama imkânına sahip olur. Bu sorgulama, karakterin ve kişiliğin aktif biçimde şekillenmesini sağlar. Bu durum ise öz-farkındalık kavramı ile açıklanabilir.
Kişinin özgürlük alanını fark etmesi, potansiyelini keşfetmesine ve yaşam amacını belirlemesine yardımcı olur. Psikolog Abraham Maslow’un kendini gerçekleştirme (self-actualization) kavramı, bireyin tam potansiyeline ulaşma arzusunu vurgular. Sartre’ın varoluşçuluğunda da insanın kendini oluşturma süreci, benzer biçimde ömür boyu devam eden bir “oluş” halidir.
Kişilik ve karakter, değerler sistemimizle de şekillenir. Sartre’a göre kendi değerlerimizi seçmek ve bunlara uygun eylemlerde bulunmak bizi “otantik” (özgün) kılar. Bu bağlamda Viktor Frankl’ın “anlam arayışı” yaklaşımı, Sartre’ın özgürlük vurgusuyla paralellikler taşır diyebiliriz; kendi anlam dünyamızı inşa etmek bize düşen bir görev olarak kabul edilebilir.
Postmodernizmin Gözünden Sartre’ın Sözü
Sartre, “kendi kendini tanımlama” vurgusuyla bireyi merkeze alırken, postmodern filozoflardan Michel Foucault (1926-1984) ve Jacques Derrida (1930-2004), bireyin mutlak bir güce sahip olduğunu sorgulatan bir bakış açısına sahiptir. Postmodernizmin, “bireysel özne”ye dair modernist kabulleri eleştirme eğiliminde olduğu söylenebilir
Foucault’ya göre “kendi kendini tanımlama” süreci toplumsal, kültürel ve tarihsel iktidar ilişkilerinden bağımsız düşünülemez. Dolayısıyla: Foucault, öznenin toplumsal normlar, kültürel kodlar ve kurumlar (okullar, hastaneler, hapishaneler, aile yapıları vb.) aracılığıyla inşa edildiğini ileri sürer. Bu bakış açısı, Sartre’ın “mutlak özgürlük” fikrine şüpheyle yaklaşan bir tondadır.
Ancak Foucault, özneyi tamamen pasif de görmez. Ona göre, birey bu iktidar mekanizmalarının farkına varıp kendini sorgulayarak daha özgür bir alan yaratabilir. Sartre’ın sorumluluk vurgusuna benzer şekilde, Foucault da öznelliğin inşa edildiğinin bilincine varmanın önemini hatırlatır.
Derrida, yapıbozum yöntemiyle kimliğin veya öznenin “sabitleştirilemez” olduğunu, herhangi bir nihai tanım veya özün bulunamayacağını öne sürer.
Sartre, kişinin kendi kararlarıyla kimliğini oluşturduğunu savunsa da Derrida, kimliğin metinsel ve söylemsel uzamlarda sürekli yeniden yazıldığını söyler. Bu, “kendi kendini tanımlama” eyleminin tek ve sabit bir sonuca varmasını engeller.
Derrida’nın yaklaşımına göre, insanın kendine dair tanımı hiçbir zaman tam olarak tamamlanamaz; her tanım, yeni bir yorum ya da yeniden yazım aşamasına açıktır. Sartre’ın vurguladığı kişisel özgürlük, Derrida’nın gözünde bir sabitlikten çok, bitmek bilmeyen bir “yeniden inşa” süreci olarak görülebilir.
Sabit Kimlik mi, Sürekli Değişim mi?
Günümüzde psikoloji alanında, hem Sartre’ın “özgür özne” görüşüne hem de postmodern yaklaşımların “toplumsal ve söylemsel inşa” fikrine paralel anlayışlar bulunmakta.
Birey, hem kendi öznel deneyimlerinin hem de toplumsal etkileşimlerin bir ürünüdür. Kişilik ve karakter gelişimi, bu iki etmenin (içsel özgürlük ve dışsal koşullar) etkileşimiyle şekillenir.
Birçok modern kuramcı, insan kişiliğinin hem görece istikrarlı hem de esnek yönleri olduğunu savunmaktadır. Bu bakımdan, Sartre ve Derrida’nın görüşlerini bir arada düşünmek gerekirse, kişiliğin hem kendini sürekli tanımlama (özgürlük) hem de asla tam olarak sabitlenememe (yapıbozum) boyutlarını gösterdiği söylenebilir.
Sonuç
Sartre’ın “İnsan, kendi kendisini tanımlamak zorunda olan tek varlıktır” sözü, hem varoluşçu felsefenin hem de günümüz psikolojisinin önemli kavramlarını bir araya getirir niteliktedir. Bu söz, insanın benlik arayışı ve kişilik gelişiminin kaçınılmaz bir parçası olan “kendi üzerine düşünme” eylemine dikkat çektiği çıkarımı yapılabilir.
Bununla birlikte, Michel Foucault ve Jacques Derrida gibi postmodern düşünürler, “özgür özne”ye dair bu modernist iddiayı sorgulayarak, öznelliğin iktidar ilişkileri ve söylemler tarafından şekillendiğini, kimliğin ise hiçbir zaman tam olarak sabitlenemeyeceğini vurgularlar. Bu yaklaşım, psikoloji alanında da kişinin sadece içsel özgürlüğüyle değil, aynı zamanda toplumsal ve dilsel koşullarla şekillenen bir “oluş” sürecinde bulunduğuna işaret etmektedir.