
ataşehir psikolog kubilay ersanlı, “Güvenlik, Endişe, Umut, Cesaret” konusu üzerine böyle bir yazı hazırladı. metropol istanbu psikolog hizmeti. ataşehir psikolog randevu. istanbul psikolog randevu. anadolu yakası psikolog. kadıköy psikolog. ümraniye psikolog.
19 Mart 2025… Bu tarihe kadar yazmayı düşünmediğim, ancak yaşanan yaklaşık bir haftalık süreç,
içimde yıllardır biriken şeyleri koyacak yerim kalmadığını fark ettiğim bir başlangıç noktası oldu
adeta.
Bugüne kadar haftalık yazılar yazıp sizlerle paylaşmaya çalıştım fakat bu sefer diğerlerinden farklı
olarak kendimden bir şeyler paylaşma ihtiyacı hissettim.
Genelde “nasılsın?” diye sorulduğunda, “genel olup bitenleri saymazsak, her şey yolunda, kontrol
edemeyeceğim şeyler için kendimi zorlamıyorum” minvalinde cevaplar verirdim. Gel gör ki
bugünler pek huzurlu geçmiyor. Evet, hayatımın bana özel diyebileceğim alanlarında her şey
yolunda gibi görünüyor; ancak parçası olduğum, ait hissettiğim çevrede, toplumda, topraklarda
yaşananlar kendimi ayrıştırabileceğim, görmezden gelebileceğim türden değil. Bir yandan
düşünüyorum, sanki zihnimizden, yaşantılarımızdan uzaklarda bir yerlerde benzer şekilde tekrar
tekrar yaşanan şeyler, radyoaktif bir maddenin etkilerine zamanla maruz kalmış gibi kendini
göstermesine mi benziyor, diye. Diğer yandan da düşüncemin zaman aralığını genişletip
baktığımda, neredeyse on yılı bile aşmayacak periyotlarla yılda bir darbelerle, toplumsal olaylarla
bu ülkenin nesillerinin her seferinde nasıl yitip gittiğini görüyorum. Bu nesillerle birlikte nelerin yok
olup gittiğini varın siz hesaplayın. Ve hayret ediyorum, biliyor musunuz, hâlâ bu toplum nasıl güçlü
ve bir arada durabiliyor diye ve hüzünlü bir umutla baş başa kalıyorum
.
Madem içimi döküyorum, itiraf etmem gereken şeyler de var; güvende hissetmemek gibi mesela.
Bunu illa can güvenliği üzerinden düşünmeyelim. İnsan ihtiyaçlarının en temelinde yer alan
güvenlik ihtiyacımın sarsıldığını hissediyorum. Bir hukukçu değilim elbette, ancak ezberden
söylediğim “verilen hak geri alınmaz” cümlesi zihnimde silik, anlamsız bir hâle büründü.
Düşünmek, ifade etmek, karşı durmak ve belki de sırf yaşıyor olmak bile edindiğim ne varsa her an
kaybetme tehlikesiyle karşı karşıyaymışım gibi bir his bu. Belirsizlikle aram hep iyi olmuştur. Çünkü
belirsizliğin olduğu yerde olumsuzluklar kadar olumlu ihtimaller de bir o kadar gerçekleşmeye
adaydır. Benim için de bir ilk, uzun vadeyi hesaplamak şu yana dursun, sabaha nasıl uyanacağım
konusunda bir tahminim yok. Mesela öyle ki; genelde rutin olarak sabahları uyandığımda
hazırlıklarımı yaparken Fatih Altaylı’nın geceden çektiği videoyu izler, gündemi takip etmeye
çalışırım. 19 Mart sabahı videonun birkaç dakikasını dinledikten sonra fark ettim ki video eskimiş
ve artık bambaşka şeyler konuşuluyor.
Tüm bunların toplamında endişeliyim elbette; ancak bu endişe beni yılgınlığa sürüklemiyor. Çünkü
biliyorum ki tüm endişelerin en büyüğü umudunu yitirmektir, cesaretini kaybetmektir, mücadele
etmekten vazgeçmektir. Hayat sonsuz ihtimallerle dolu, elbette bir yol bulunur. Yol varsa umut da
vardır, umut varsa mücadele etmek için bir sebep de. Nâzım Hikmet’in kaleminden, Edip
Akbayram’ın sesinden bir öğüdü aklımızdan çıkarmadan: “Çocuklar inanın, inanın çocuklar. Güzel
günler göreceğiz, güneşli günler.” Ve kendimizi yaşadığımız toplumdan ayrıştırmanın mümkün
olmadığı hâlleri düşünerek son günlerin popüler bir sloganıyla bitirmek istiyorum yazımı: “Kurtuluş
yok tek başına. Ya hep beraber, ya hiç birimiz.”